Farkında mısın? Zengin, ünlü, başarılı, başarısız, yoksul, güçlü, güzel, yakışıklı, çirkin, zayıf, şişman hepimiz korkuyoruz. Korkunun adı ne olursa olsun korkuyoruz. Ve yine aynı anda yalnızlıktan dem vuruyoruz. Anlaşılmadığımızı, sevilmediğimizi, bir türlü hak ettiklerimizi göremediğimizi düşünüyoruz. O zaman hepimiz yanlış yere bakıyoruz. İçimize bakmak, kendimizi dinlemek yerine onlarca,yüzlerce sıfat, oyuncak yaratıyoruz. Kendimizi bizim dışımızdan yargılıyoruz,anlamaya çalışıyor, kıyaslıyoruz. Herşey olmak isterken, kendimizi ıskalıyoruz. Elimde kalan da kocaman bir boşluk. Ne yaparsam yapayım dinmeyen bir boşluk, bir arayış. Sen kendin için ne düşünüyorsan, ne hissediyor ve ne değer biçiyorsan dışarıda sadece onu bulacaksın.
Emile Zola’nın Meyhane romanında dediği gibi, insanın alışamayacağı hiçbir şey yok. Alışıyoruz, ama çok şey kaybediyoruz. Kendimiz, kendimizi böyle tüketiyoruz
Duygularını tutma, duygularını saklama. Paylaş. Muhatabınla doğrudan ve olduğu gibi. İmalarla değil, net olarak sanki bir çocuğa anlatır gibi ifade et.
Kaybetmek korkusu öyle bir sarıyor ki bizi, kaybetmemek için çırpınıyoruz. Bundandır konuşmak isterken susmamız, kendimizi eksilte, eksilte fazlasını vermemiz, bir kadının kocası için saçını süpürge etmesi gibi. İyi çocuk olmak olur derdimiz; kimse bırakmasın, terk etmesin bizi. Sanırız ki biz verdikçe, daha çok sevecek, daha çok anlayacaklar bizi. Bazen gördüğümüz halde görmemezlikten geliriz birçok şeyi. Sanırlar ki, kandırıldık, uyuduk, fark etmedik. Oysa sen yüreğine taş basarak gözlerini başka yana çevirmişsindir. Bil ki, gerçekten senin olan hiçbir şey seni bırakmaz. Yeter ki sen kendini terk etme, ne pahasına olursa olsun.
Sevmediğin, istemediğin, sabahları uyanmaktan mutlu olmadığın bir insanla beraber olmak kendine tecavüzdür. Kendini böyle hisseden bir insanı ilişkide kalmaya zorlamak da karşındakine tecavüz olur.
Ya gerçekten yaşa ya da sadece nefes alarak yaşıyormuş gibi yaptığını kabul et.
Kaybetmekten mi korkuyorsun; kaybet. Düşmekten mi korkuyorsun; düş. Yaralanmaktan mı korkuyorsun; yaralan. Sonra iyileş. Yeniden kalk. Yeniden başla.Yeniden sev. Yeniden âşık ol. Bir daha mı düştün? Bir daha kalk. Er ya da geç, beklediğin gelecek. Er ya da geç aradığın seni bulacak. Ama sen bir kez yıldın mı, korktun mu, maskeni yüzüne geçirip kalkanlarını kuşandın mı, o zaman bitecek. Beklediğin her ne ise asla gelmeyecek.
Sessizliğim kabullenişim değil, vazgeçişimdir.
Bugün yenilebilir, istediğimi elde edemeyebilirim. Hatta bu yüzden ağır yaralar da almış olabilirim. O zaman köşeme çekilmem, gerekirse dibe inmem gerekir. Yaralarımı sarmak, hatalarımı anlamak ve yeniden daha güçlü başlayıncaya kadar biraz dinlenmek için.Kaybetmekten korkma. Kaybetmek de kazanmak da geçici. Bazen kazanır, bazen kaybeder, yaşar gideriz. Ne bugün kazananlar ebediyete kadar kalacaklar, ne de kaybedenler. Her şey gelip geçici. Yeter ki yüreğinde kaybetme, yeter ki zihninde kabullenme sürekli kaybeden olacağını.Geçmişte ruhunda açılan yaraların bıraktığı izlerle gurur duy. Çünkü bu izler, yaşadığının, denediğini ve her şeye rağmen denemeye devam ettiğini gösterir. Yarası olmayan bir ruh, yaşamamış bir ruhtur. Sadece otobanda otomobil kullananlar, sadece asfalt yolları bilir.
Yalnızlık düşmanın değil, ihtiyacın olan. Kendinle kalmak, yalnızlığın farkında olmak, içinde bastırdığın duymazdan geldiğin onlarca sesin yüzeye çıkışı. İşte o anlarda anlarsın aslında neyin eksik olduğunu nerelerinin kanadığını. İşte bu anlarda güçlenirsin, büyümeye başlarsın.
Hiç kaybetmediğim bir hayat demek, hiç kazanamadığım da bir hayat demektir. Kaybetmekten delice korkmaya başlar, sonra risk almaktan kaçar, sonra da elimizdeki hayatı tek seçeneğimiz sanmaya başlarız. Bizi yıkıp geçen kaybetmek değil, kazanmaktan vazgeçmek oluyor. Kaybetmeyi bilmeyenler, yenilgi tatmayanlar, kazanmanın getirdiklerini bilemez.
Seni tanımıyorum. Belki cüzdanın kredi kartlarından geçilmiyor. Belki de son birkaç kuruşun kalmış, onlar da genelde buruşuk olurlar. Belki çok güzelsin, belki de yüzüne bakılamayacak kadar çirkin. Bunları geçelim. Tanımadığım senden istediğim tek şey var: Bu kitabı kitap gibi okuma. Bu harfler sadece sana ulaşmamdaki tek yol oldukları için buradalar. Telefonun bende olsaydı telefondan bunları sana anlatabilirdim.
Bırak anlamasınlar seni, bırak alamasınlar verdiğini; bırak hoyratlıklarına, yoksunluklarına yenik düşsünler. Aşktan kopanların yarattığı dünyayı görüyoruz. Aşktan kaçanların haline aşk bile şaşkınlıkla bakıyor ama sabırla bekliyor. Bir gün benliğine karışacakları günün gelmesini. En azından son nefeste hatırlayacaklar aşkı.
Kendi kulvarımda yürürken, yandaki kulvarlarla kendimi kıyaslamaktan vazgeçtiğimde ne komşunun tavuğu bana kaz gözükür ne de komşunun tavuğunun kaza dönüşmesinden rahatsızlık duyarım.
Özgüvenin azaldığı yerde kibir yükseliyor. İçeride zayıflık arttıkça dışarıda gösteriş çoğalıyor. Sözcüklerle, yürüyüşle, maskelerle güçlü olunmuyor. Kollarını açıp, sonuçlara kilitlenmeden, gülümsemeni silmeden, korkularından eksiklerinde utanmadan, kaçmadan, saklanmadan, senden beklenen değil ‘sen’ olduğunda özgüven ve sadelik ışıklarını saçıyor.
Ne bugün kazananlar ebediyete kadar kalacaklar, ne de kaybedenler. Her şey gelip geçici. Yeter ki yüreğinde kaybetme, yeter ki zihninde kabullenme sürekli kaybeden olacağını
Oysa ne kadar çok yaşamımızı dışarıya bağlıyoruz. İnsanları değiştirmeye çalışıyor, her şeyin bizim istediğimiz gibi olmasını istiyoruz. Her insanın da bizim gibi arayışları, korkuları, hayalleri, gelgitleri olduğunu görmezden geliyoruz.
Korkarak ürkek yaşıyor sonra da bunun için kendimize çok ama çok kızıyoruz. Çünkü, o korkak, o başarısız, o aciz sergilediğimiz kişilik her neyse o olmadığımızı, ondan fazlası olduğumuzu biliyoruz.
Sen başkalarını sevebildiğin kadar başkalarının sevgisini hissedebilirsin. Çevrendekilerin seni ne kadar sevdiği aslında senin onları ne kadar sevdiğindir. Sevgi karşındakini özgür bırakmaktır. Biz elimizde olsa çivilerle, iplerle sabitleyecek, sadece beni yalnızca beni sev diyeceğiz.
Kendini sürekli anlatmak zorunda hissetmek zor. Anlatmaktan vazgeçip içine kapanmak daha da zor. Her ikisini de yaşıyoruz. Yavaş yavaş özgüvenimiz törpüleniyor, kendimizden vazgeçiş başlıyor, dönem, dönem hırs basıyor, yeni hedefler konuyor, koşuluyor yolda vazgeçiliyor. Bazen de hedefe ulaştığında asıl sorunun devam ettiğini görüyorsun. Hedef sadece seni oyalamış oluyor. Katlanma kat sayını artırıyor.