Ertesi gün sana kavuşmayacağım için, uyumadığım geceler var benim..
Yoksuluz, gecelerimiz çok kısa. Dörtnala sevişmek lazım.
Uğraşmayı bırak artık dünle ve dünündekilerle. Bir de hep yanında olanlarla yarına bakmayı dene.
İki çay söylemiştik orda, biri açık, keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Bir kez daha diyeyim: özenle katlanmış bir mendil gibisin sil beni nolur kırk yıllık kirim pasım gitsin.
Sözcükler değişiyor, anılar sözcüklerini değiştirmiyor.
Benimsin demeden önce, seninim demeyi bilmeli insan.
Karaköy köprüsüne yağmur yağarken bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti çünkü iki kişiydik.
Aklıma bile gelmiyorsun artık.. O kadar kalbimdesin ki.
Önemli olan hastalıkta sağlıkta değil, yalnızlıkta yanımda olman.
Sana gelince, ah sen yok musun sen! Bir daha rastlar mıyım sana? Günlerin ne getireceği bilinmez ki.
Gözlerinden uyku akan bir taksinin içindeyim, geçip gidiyorum bütün hayatımı da seni de.
Seni soruyorlar öldü mü diyeyim yoksa dönecek mi? İkisi de imkânsız değil mi? Çünkü biliyorum; asla geri dönmezsin ve biliyorsun; sen benim için asla ölmezsin!
Biliyorsun, ben hangi şehirdeysem, yalnızlığın başkenti orası.
Seni ne zaman uyurken hayal etsem, affediyorum...
Uysal sevgilim, ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim elimde uçuk mavi bir kalem, cebimde iki paket sigara hayatımız geçiyor gözlerimin önünden çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz. Her şey seni bekliyor, her şey gelmeni içeri girmeni senin elinin değmesini gözünün dokunmasını ve her şey tekrarlıyor seni nice sevdiğimi.
Karşıdan karşıya geçer gibi sev beni önce bana, sonra bana sonra yine bana bak.
Bir isteğim var sadece senden, onun kokusunu al getir, onu saçlarını al getir, hatta mümkünse onu al getir bana rüzgâr.
Sesinde ne var biliyor musun? Ev dağınıklığı... İki de bir elini başına götürüp, rüzgârda dağılan yalnızlığını düzeltiyorsun.